MÜFESSİRİ ALAADDİN EFENDİ TÜRBESİ
Müfessiri Alaaddin Efendi 13. yüzyıl ulema ve evliyasındandır. Aslen Belh veya Buhara’dandır.
Çobanoğulları döneminde Kastamonu'da yaşamış Müfessir Alâeddin Hazretleri’nin çeşitli eserleri olduğu nakledilmektedir. Döneminde tefsir sahasındaki dirâyetinden söz edilmiştir. Dolayısıyla bir tefsiri olduğu muhakkaktır, ancak bu esere kesin olarak ulaşıldığı kabul edilmiş değildir.
Müfessir Alâedddin Efendi, çok sayıda talebe yetiştirmiştir.
Mevlâna'nın torunu Ulu Ârif Çelebi de bu Alaaddin Efendiyi ziyaret edip kendisinden bahsedenlerdendir.
Kendisi, Hac için Mekke’de bulundukları sırada manevi bir işaret üzerine Kastamonulu bir zatın kızıyla evlenerek Medine’ye yerleşir. Medine’ de ikamet ederken bir gece rüyasında Hz. Ebubekir Sıdık’ ı görerek;
“Ey Alaaddin! Allah Rasulü’ nün bütün ashabı Ümmet – i Muhammed’ e faydalı olan miras bırakmak için âlemin dört bir tarafına ekildiler. Siz ise burada mücavirliği seçmekle nefsinizi emniyette bulundurmak istiyorsunuz. Bu olmaz!” şeklinde bir ikazla karşılaşır.
Bu ikaz üzerine Medine’ de bulunan evini Medine-i Münevvere’ ye vakfederek Kastamonu’ ya doğru yola çıkar ve üç yıl süren meşakkatli bir yolculuğun ardından Kastamonu’ ya ulaşarak, bu şehre yerleşir.
Ömrünü ilime adayan Müfessir-i Alaaddin, Kastamonu’ da sayısız talebe yetiştirir. Mevlana’nın torunu Ulu Arif çelebi de, Kastamonu ziyaretleri esnasında Alaaddin Efendi ile görüşerek ona hediyeler sunar.
Rivayet edildiğine göre;
Vefat ettiğinde dersleri yarım kalan bazı talebelerinin rüyasına girer ve onlara sanki kendisi hayattaymışçasına ders notları ile birlikte mezarının başına gelmelerini tembih eder.
Ertesi sabahtan itibaren dersi yarım kalan talebeler, hocaları sanki ölmemiş gibi mezarı başında toplanırlar. Alaaddin Efendi’nin sesini duyarak tefsirin kalan kısmını tamamlayana kadar her gün derslere devam edilir. Hatta bir gün, talebelerden birisi ciddiyetten biraz uzaklaşınca Alaaddin Efendi;
“ Benim sağlığımda olduğu gibi yine aynen ciddiyetinizi muhafaza edeceksiniz!” diyerek talebelerini uyarır.
Çobanoğulları döneminde Kastamonu'da yaşamış Müfessir Alâeddin Hazretleri’nin çeşitli eserleri olduğu nakledilmektedir. Döneminde tefsir sahasındaki dirâyetinden söz edilmiştir. Dolayısıyla bir tefsiri olduğu muhakkaktır, ancak bu esere kesin olarak ulaşıldığı kabul edilmiş değildir.
Müfessir Alâedddin Efendi, çok sayıda talebe yetiştirmiştir.
Mevlâna'nın torunu Ulu Ârif Çelebi de bu Alaaddin Efendiyi ziyaret edip kendisinden bahsedenlerdendir.
Kendisi, Hac için Mekke’de bulundukları sırada manevi bir işaret üzerine Kastamonulu bir zatın kızıyla evlenerek Medine’ye yerleşir. Medine’ de ikamet ederken bir gece rüyasında Hz. Ebubekir Sıdık’ ı görerek;
“Ey Alaaddin! Allah Rasulü’ nün bütün ashabı Ümmet – i Muhammed’ e faydalı olan miras bırakmak için âlemin dört bir tarafına ekildiler. Siz ise burada mücavirliği seçmekle nefsinizi emniyette bulundurmak istiyorsunuz. Bu olmaz!” şeklinde bir ikazla karşılaşır.
Bu ikaz üzerine Medine’ de bulunan evini Medine-i Münevvere’ ye vakfederek Kastamonu’ ya doğru yola çıkar ve üç yıl süren meşakkatli bir yolculuğun ardından Kastamonu’ ya ulaşarak, bu şehre yerleşir.
Ömrünü ilime adayan Müfessir-i Alaaddin, Kastamonu’ da sayısız talebe yetiştirir. Mevlana’nın torunu Ulu Arif çelebi de, Kastamonu ziyaretleri esnasında Alaaddin Efendi ile görüşerek ona hediyeler sunar.
Rivayet edildiğine göre;
Vefat ettiğinde dersleri yarım kalan bazı talebelerinin rüyasına girer ve onlara sanki kendisi hayattaymışçasına ders notları ile birlikte mezarının başına gelmelerini tembih eder.
Ertesi sabahtan itibaren dersi yarım kalan talebeler, hocaları sanki ölmemiş gibi mezarı başında toplanırlar. Alaaddin Efendi’nin sesini duyarak tefsirin kalan kısmını tamamlayana kadar her gün derslere devam edilir. Hatta bir gün, talebelerden birisi ciddiyetten biraz uzaklaşınca Alaaddin Efendi;
“ Benim sağlığımda olduğu gibi yine aynen ciddiyetinizi muhafaza edeceksiniz!” diyerek talebelerini uyarır.
Click here to edit.
Honsalar Mahallesinde İsfandiyar Bey Parkı olarak adlandırılan eski mezarlık alanı içerisinde yer alır.
Türbenin geçirmiş olduğu değişikliklerden dolayı tarihi bir niteliği kalmamıştır. Günümüzde dikdörtgen planlı bir yapıdır.
Müfessir Alaeddin’e ait olan türbe Yaban Bin Mehmed adında bir kişinin yaptırdığı, türbe içerisinde şahide taşı gibi duran ve daha sonra müzeye kaldırılan 1289-90 tarihli yazıttan öğrenilmektedir. “Yaman” adına dayanarak türbeyi yaptıranın Candaroğlu Hükümdarı Şemseddin Bin Yaman Candar olduğu da ileri sürülmektedir. Yazıttaki tarihe bağlı kalınacak olduğunda ise türbenin Çobanoğlu Dönemine ait olduğunu söylemek daha doğru olur.
1925 yılında Osmanlıca olarak yazılan bir eserde (Mehmet Behçet-Kastamonu Asar-ı Kadimesi), türbenin 1922 yılındaki durumu hakkında şu bilgiler verilmektedir: Bir tepenin üzerinde yer alan türbenin etrafı mezarlıktır. Dıştan harabeye yüz tutmuş, sıvalı, içten daha da kötü durumda basık tavanlı bir binadır. Türbe, ortadan uzunlamasına ahşap bir şebeke ile ikiye ayrılmıştır. Şebekenin arkasında, yerden bir metre yüksek bir kesimin üzerine, başlarında birer şahide taşı olan yan yana dört sıvalı sanduka yer almaktadır. Türbenin 1851 yılında Hamdi Paşa tarafından tamir ettirildiği 1922 yılında duvarından duran, sonradan müzeye kaldırılan bir yazıttan anlaşılmaktadır.
Bugün türbede bulunan sandukalardan biri Müfessir Alaaddin’e ait olduğu söylenmektedir. Sandukalarının birinin üzerinde 1374 tarihi vardır. Diğerleri 1870’de ölen Sırtlı Hoca Ali Senai Efendi’ye ve diğeri de 1813 yılında ölen İzbelizade Mehmet Bey’e aittir.
Türbenin geçirmiş olduğu değişikliklerden dolayı tarihi bir niteliği kalmamıştır. Günümüzde dikdörtgen planlı bir yapıdır.
Müfessir Alaeddin’e ait olan türbe Yaban Bin Mehmed adında bir kişinin yaptırdığı, türbe içerisinde şahide taşı gibi duran ve daha sonra müzeye kaldırılan 1289-90 tarihli yazıttan öğrenilmektedir. “Yaman” adına dayanarak türbeyi yaptıranın Candaroğlu Hükümdarı Şemseddin Bin Yaman Candar olduğu da ileri sürülmektedir. Yazıttaki tarihe bağlı kalınacak olduğunda ise türbenin Çobanoğlu Dönemine ait olduğunu söylemek daha doğru olur.
1925 yılında Osmanlıca olarak yazılan bir eserde (Mehmet Behçet-Kastamonu Asar-ı Kadimesi), türbenin 1922 yılındaki durumu hakkında şu bilgiler verilmektedir: Bir tepenin üzerinde yer alan türbenin etrafı mezarlıktır. Dıştan harabeye yüz tutmuş, sıvalı, içten daha da kötü durumda basık tavanlı bir binadır. Türbe, ortadan uzunlamasına ahşap bir şebeke ile ikiye ayrılmıştır. Şebekenin arkasında, yerden bir metre yüksek bir kesimin üzerine, başlarında birer şahide taşı olan yan yana dört sıvalı sanduka yer almaktadır. Türbenin 1851 yılında Hamdi Paşa tarafından tamir ettirildiği 1922 yılında duvarından duran, sonradan müzeye kaldırılan bir yazıttan anlaşılmaktadır.
Bugün türbede bulunan sandukalardan biri Müfessir Alaaddin’e ait olduğu söylenmektedir. Sandukalarının birinin üzerinde 1374 tarihi vardır. Diğerleri 1870’de ölen Sırtlı Hoca Ali Senai Efendi’ye ve diğeri de 1813 yılında ölen İzbelizade Mehmet Bey’e aittir.